YAŞAM 

NEZAKET SUNULUR MU DEMEYİN, SUNULUYOR

Bu da geçer” ve “Bu da geçmez” arasında geziniyor nezaket.

İdareli kullanayım derken bozulan parfüm şişelerindeki kokular gibi bazı insanların tepkileri. Zamanla ve kullanmaya kullanmaya unutuluyor. Rayihası uçup gidiyor.

İster istemez de verilmesi gereken tepki zıttı ile mayalanıyor. Ortaya karışık, akıl almaz, tuhaf diyaloglar yaşanıyor. Tanıdık, çok bizden…

Başım bugün çok ağrıyor” diyor biri. Diğeri, “Evet, benim de! Hem de çok” diye yanıt veriyor.

Saçımı kestirdim, nasıl olmuş?” sorusuna “Kökü sende değil mi, uzar gider” diye cevaplıyor bir başkası.

Sevinçle istediği bölümü kazandığını söyleyen öğrencinin sevincine ortak oluyor bir büyüğü(?), ”O bölümü bitirince iş bulamazsın. Bizim falancanın falancasının falanca oğlu yıllardır iş arıyor” diye ekliyor ve ekliyor.

Ortak tepkilerde buluşmalar bireysel devinimlerde son buluyor. Hayretle, şaşkınlıkla geçip gidiyor günler.

Bir taraftan bunlar yaşanırken diğer taraftan da güzel şeyler oluyor.

Hiç tanımadığınız insanların sunduğu nezaket. Nezaket sunulur mu demeyin, sunuluyor.

Bazen yolda yürürken hiç tanımadığınız birinin içten bir selam vermesi, üstüne bir “Merhaba” demesi.

Bazen de sırada beklediğiniz kahvecide telaşlı halinizden zamanınızın olmadığını anlayan birinin, “Buyurun, siz geçin öne” demesi.

Elinizde ağır yükünüzü gören, sadece merhabalaştığınız komşunuzun market poşetlerinizi asansör olmayan apartmanınızda beş kat çıkarak taşıması. Nezaket değil de, ne?

Yazarlar sesleniyor nezakete. Altlarını çize çize sözcüklerin.

Jack London’un Martin Eden’i başlıyor:

Terbiye ve nezaket denilen bir şey vardır ve senin de kimsenin onurunu kırmak gibi bir hakkın yok.

Ahmet Ümit bayrağı devralıyor ve “Ama insanın söz geçiremediği duyguları vardır, engelleyemediğimiz düşünceleri. Nezaket başkadır, insanın içinden geçenler başka…” diyor.

Şimdi de Anooshirvan Miandji’ye kulak verelim, şu büyülü cümlesine:

Size tüm kapıları açabilecek bir anahtar vereceğim; üzerinde şu yazar: Sabırla nezaket.

Anekdotlardan çıkarımlar var, bir dolu!

Belki de asıl sorun, carisinde tek tip imgelerin dışında farklılık.

Bir kısır döngüde sürekli aynı şeylerin peşinden koşanlar!

Selam versek ne olur, vermesek ne olur?” deyip geldikleri hiç belli olmayanlar.

Karşısındaki insanın bir “Merhaba”sını bile farklı algılayıp üzerinde mülkiyeti olduğunu zannedenler.

Akrep ile yelkovanın da bir nezaketi olduğunu, doğru zamanı gösterdiğini inkâr edenler.

Carisinde bir ad, bir soy ad dışında başka odaları olmayanlar. Bir ad, bir soy ad!

Gelecek yoksa imgeler gereksizdir” sözünü sayfalara, duvarlara kazıyanlar. Geleceksizlikten öylesine yaşayanlar… Yaşadılar, yaşıyorlar, yaşayacaklar.

Son insana kadar nezaketin de hep kıymetli olacağı gibi.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar